Alekos Lamprou Türkiye’ye dönen Yunan mültecilerin inanılmaz hikayesini anlatıyor.

Alekos, Justus-Liebig-Universität Gießen’de öğretim üyesi.

Henüz bir çocukken Zeki Özalay, Türkiye’nin Ege kıyısının 200 kilometre kadar doğusunda olan memleketi Balıkesir’e gelen bir tren gördü. Yıl 1941’di ve tren, işgal altındaki Yunanistan’dan gelen mültecileri taşıyordu. Mülteciler Balıkesir’de birkaç gün kaldılar ve bu sürede Zeki, bazılarının 1923 Lozan Antlaşması ve nüfus mübadelesinden önce bu bölgede yaşamış olduklarını keşfetti. Mülteciler ile eski komşularının beklemedikleri bu yeniden buluşmayı kutlamak adına ziyafet çektiklerine tanık olunca da hayretler içinde kaldı.

Balıkesir’e yerleştirilen mülteciler, savaş sırasında Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen 70 binden fazla mültecinin sadece küçük bir kısmını oluşturuyordu. Çoğu işgal sırasındaki korkunç koşullardan, en önemlisi de kıtlıktan kaçıyordu. Türkiye, bu mültecilerden sadece Müslüman olanların, yani yaklaşık 17 bin kişilik bir grubun kalmasına izin verdi. Hıristiyan mültecilerin geneli ise birkaç hafta içinde Suriye, Filistin ve Mısır’a gönderildi ve savaş bitene kadar buradaki mülteci kamplarında yaşadılar. Ancak 1941 ve 1942’de birkaç bin kişi Rumların mübadele öncesi yaşadığı ve Türkiye’nin batısında bulunan Çeşme, Nazilli, Manisa ve Aydın’da birkaç ay kaldı. Burada yaşayanların büyük kısmı Yunanistan’dan mübadele ile gelen Lozan mültecileri idi. Tüm bunlar yaşanırken 1919-1922 Türk-Yunan savaşının anıları ve travmatik sonuçları gözlerinde yeniden canlanıyordu. 

ORTADOĞU’DA YUNAN MÜLTECİLER, KAYNAK: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ARŞİVİ

Mübadiller anılarında, açlık, ölüm ve işgal altındaki Yunanistan’dan kaçışlarının zorluklarını anlatırken, bir önceki savaşa ve mübadeleye dair kişileri, olayları ve anıları da kaydettiler. Gemilerden inerken Birinci Dünya Savaşı’ndan beri terk edilmiş binaları fark edenlerin sayısı hiç de az değildiç İzmir’den geçerken 1922’de şehrin yakılması hakkında yorumda bulunmayı da ihmal etmediler. Bir mülteci şu sözleriyle konuya kendi yorumunu getiriyordu: “40.000 nüfuslu güzide bir Yunan kasabası olan Çeşme, şimdi sadece 2.000 kişinin yaşadığı bir moloz yığınıydı. Aklıma eski Yunan İzmir’i ve Yunanlıların korkunç katliamı geldi.” Bazıları, ülkenin yıkık dökük halinin ve terk edilmiş bölgelerin nedeni olarak Hıristiyanların nüfus mübadelesi sebebiyle sürülmesini gösteriyorlardı. Onlara göre Hristiyanlar enerjik ve çalışkan, Müslümanlar ise uyuşuk ve beceriksizdi. 

Yolda karşılaştıkları insanlar da mültecilere geçmişi hatırlatıyordu. Birliğiyle birlikte Bergama’ya giren bir Yunan asker, karalara bürünmüş kadınların küfürleriyle karşılaşınca şaşırdı. Bunun ardından Türkçe bilen bir silah arkadaşı, kadınların ailelerinin 1919’da Yunan Ordusu tarafından gerçekleştirilen “canavarca zulümler” sırasında öldürüldüğünü söyledi. Manisa’daki mültecilere, yerel halk 1922’nin intikamını almak isteyebileceği için geceleri evlerinden çıkmamaları tavsiye edilmişti. 

Ancak bu süre zarfında sadece üzücü gelişmeler olmadı. Mülteciler 1923’ten beri göremedikleri eski dostları ve komşularıyla da karşılaştı. Bu dostların bir kısmı Yunanca konuşan Türklerdi. “Sakız Adası’ndan gelen birçok mülteciyi tanıyan yaşlı bir Türkle tanıştım. Bana Dimos Pitas’ı sordu. ‘Biz arkadaştık’ dedi. Bir kız ve bir erkek çocuğu varmış ve evde Yunanca konuşuyorlarmış, ama toplum içinde konuşmaya korkuyorlarmış.” Bir başka mülteci ise şunları hatırlıyor: “Büyükbabam Sakız Adası’ndan bazı beyler buldu ve ondan sonra en nazik misafirperverliği gördük.” Rumca konuşan Türklerin çoğu Giritliydi, Manisa’da da Rum mülteciler, Giritli bir Müslüman ve dönemin Yunan başbakanının eski sınıf arkadaşı olan vali tarafından samimiyetle karşılandı. Diğerleri ise “Girit’ten, Hanya’dan, Beyaz Dağlardan çokça bahseden bir başka Giritli imamla arkadaş oldular. İmam, Girit şarkıları ve bizimle birlikte Hıristiyan ilahileri söyledi. İmamın [bir Noel ilahisini] yüksek sesle söylediğini görmek inanılmazdı.” Tıpkı vali gibi imam da 1923 nüfus mübadelesinin kurbanlarından biriydi.

SURİYE’YE KAÇAN YUNAN MÜLTECİLERE İNGİLİZ KONSOLOSLUĞU TARAFINDAN VERİLEN VİZE BELGESİ, KAYNAK: YUNAN DEVLET ARŞİVİ, THE MIDDLE EAST/F.1957

Yunan mültecilerin çoğu yirmi yıl önce ‘mübadele’ edilmişti. Doğdukları topraklardan geçerken eski komşularıyla karşılaşmak onlar için çok zor bir deneyim olmuş olmalı. Eski Anadolulu Rumlar mültecilerin hatıratlarında çokça yer tutuyor, keza tercümanlık yaparak yerli halkla iletişimi sağlıyorlardı. Bu coğrafya hakkındaki bilgilerini kullanarak diğer mültecileri koruyor ve kaybolmalarına engel oluyorlardı. Hatta Edirneli olduğunu ve Türkçe bildiğini belirten bir mülteci kamptan rahatlıkla kaçıp Ankara’ya giden trene özgürce binebilmişti.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Yunanlı mültecilerin Türkiye’ye gelişi, Türklerin ve Yunanların kısa süreli bir “tekrardan karışması” idi. Her ne kadar barış içinde bir arada yaşanan eski günleri kutlanıyor olsa da bu kısa süre en başından beri savaş ve sonrasında 1923’de tasdik edilen Lozan Antlaşması’nın getirdiği “halkların ayrıştırılması” siyasetinin mirası ile dolup taşmıştı. Ancak mültecilerin Türkiye’ye iltica anılarında mübadelenin mirası başka ve daha yeni bir travmanın gölgesinde kalmıştı: İkinci Dünya Savaşı, işgal ve daha sonrasında gelen Yunan İç Savaşı. 

Çeviri: Yasir Safa Doğancil ve Sevde Bolat

TLP’de yayınlanan blog ve podcastler Lozan ve mirası ile ilgili bilgiye dayalı tartışma amaçlı olup, yayınlarımızda yazarlarımız ve konuklarımız tarafından ortaya atılan fikir ve görüşler, TLP’nin, partnerlerimizin, koordinatörler ve katılımcılarımızın görüşlerini mutlaka yansıtmamaktadır.

ANA GÖRSEL KAYNAĞI: YUNAN DEVLET ARŞİVLERİ, THE MIDDLE EAST/F.1957

TLP’yi takip edin