Beste İşleyen, bir disiplin olarak Avrupa Birliği Çalışmaları’nın Ege’deki mülteci krizine tarihsel bir perspektifle bakması gerektiğini savunuyor.

Dr İşleyen, Amsterdam Üniversitesi’nde Siyaset Bilim bölümünde çalışmaktadır.

2015’in yaz aylarında ve 2016’nın başlarında yaklaşık bir milyon kişi Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçtiğinde, sınırdan geçme girişimlerini önlemek için bir dizi adımlar atıldı. Bu adımların en önemli sonuçlarından biri Mart 2016 tarihli meşhur Avrupa Birlği-Türkiye anlaşmasıdır. Bu anlaşma, binlerce mültecinin iltica taleplerine olumlu bir cevap alabilme umudu ve Türkiye’ye geri gönderilmek üzere sınır dışı edilme ihtimali arasındaki belirsizlik içerisinde, Yunan Ege adalarında mahsur kalmalarına neden oldu. 

Ege Denizi’ndeki göçü kontrol altına almaya yönelik devlet ve devlet dışı müdahaleleri meşrulaştırmak adına insani bir anlatıya başvuruldu. Bu kontrol politikaları arasında Ege’nin her iki tarafında sınır uygulamalarının arttırılması adına yapılan Mart 2016’da varılan anlaşma ve NATO’nun deniz gözetimi için Yunan karasularına konuşlandırılması yer alıyordu. Arama ve kurtarma operasyonlarını desteklemek için sınır gözetleme teknolojileri geliştirildi, ayrıca denizde yardıma muhtaç insanlara yardım etmek için (sadece Yunan tarafında olsa da) birçok sivil toplum örgütü kuruldu.

AB çalışmaları, AB-Türkiye Anlaşması’nı Avrupa’nın dış sınırlarının sağlamlaştırılmasında kritik bir adım olarak değerlendirir.[1] William Walters, Avrupa’nın ‘dış sınırının’ kökenlerini 1990’ların sonlarına, özellikle de 1997’de imzalanan Amsterdam Antlaşması’na dayandırmaktadır ki bu düşüncesinde yalnız da değildir.[2] AB iç sınırlarının eş zamanlı olarak kaldırılması ve dış sınırlar üzerindeki kontrolün genişletilmesi fikrine dayanan Schengen Anlaşması (1985), Amsterdam Antlaşması ile AB’nin yasal çerçevesine dahil edilmiştir. Sınırlarda kontrolün güçlendirilmesi, öncelikle Akdeniz’e kıyısı olan AB üye devletlerini ilgilendirir, zira Akdeniz Schengen serbest dolaşım bölgesini güneyde ve doğuda bulunan ve Schengen’e dahil olmayan ülkelerden ayırmaktadır.[3]

NEA KAVALA KAMPI, 15 EKİM 2016. KAYNAK: SOCRATES BALTAGIANNIS / IFRC

Frank Schimmelfennig, Avrupa’nın dış sınırlarının tarihsel gelişiminin, Tek Pazar’ın kabulü ve malların, sermayenin ve hizmetlerin yanı sıra insanların serbest dolaşımının başlatılması da dahil olmak üzere Avrupa bütünleşmesine özgü kurumsal gelişmelerin doğal bir devamı olduğunu savunur: “AB içindeki sınırların aşamalı olarak ortadan kaldırılması, sınır kontrolünün bireysel kaybını telafi etmek için Birliğin dış sınırlarını yönetmek için ortak bir rejimi gerekli kılmıştır.”[4]

Bunun önemli bir sonucu, Luiza Bialasiewicz ve Enno Maessen’in göçün insani yönetimi ile ilgili olarak AB içinde ‘farklı duygusal coğrafyalar’ olarak adlandırdıkları olgunun ortaya çıkmasıdır.[5] AB-Türkiye Anlaşması, Avrupa’nın sınır ve göç kontrolüne daha fazla yatırım yapmasına yol açtı. Sayıları giderek artan düzensiz göçmenlerin Ege adalarına adeta hapsedilmeleri, göçmen nüfusun bakımını sağlamak için yeni mülteci kamplarının kurulması, mevcut kampların bakımı ve bu kamplarda farklı görevleri yerine getirecek çok sayıda insani yardım görevlisi (gıda dağıtımı, nakit yardımı, vb.) gibi ihtiyaçları doğurdu.[6] Bu yolla Avrupa’nın dış sınırı “nüfusları ve bireyleri korkulacaklar ve önemsenecekler olarak ayırma” amacına hizmet eder.[7] Fakat bu anlatılar 1923 Lozan Antlaşması’nı ve bu antlaşmanın Ege Denizi’ne insani göç yönetimi için nasıl bir sınır çizdiğini hemen hemen hiç dikkate almamaktadır. 

[B]u anlatılar 1923 Lozan Antlaşması’nı ve bu antlaşmanın Ege Denizi’ne insani göç yönetimi için nasıl bir sınır çizdiğini hemen hemen hiç dikkate almamaktadır. 

1922 ve 1923 yılları boyunca binlerce Rum Ortodoks Hıristiyan, Anadolu’yu terk ederek güvenlik arayışı içinde bindikleri teknelerle Yunan adalarına ulaştılar. Maddi imkanları olanlar Selanik, Kavala gibi liman şehirlerine yerleştiler. Lozan görüşmeleri sona erdiğinde Yunan limanları yeni gelen mültecilere dolup taşmaktaydı. Sıkıntıya giren Yunan devleti insani yardım için uluslararası topluma çağrıda bulundu, Yunanistan’a ulaşan insani yardım, devlet yetkilileri ve Batılı hayırsever gruplar tarafından hazır hale getirildi.[8]

Bu süreçteki baş aktörler içerisinde ABD menşeili hayır kurumları olan Amerikan Kızıl Haçı ve Near East Relief de vardı. Bunların yanı sıra British Appeal, Britanya Kızıl Haçı, Save the Children, Amerikan Kadın Hastaneleri de burada rol oynadılar.[9] Ege adalarındaki mülteci kamplarında batılı yardımseverler, bugün olduğu gibi yiyecek, giyecek, barınak ve tıbbi yardım sağlamışlardı. Amerikan Kızıl Haç’ı ve Near East Relief hem Yunanistan’da hem de savaş sırasında yerlerinden edilen çok sayıda Osmanlı Hıristiyanına ev sahipliği yapan Orta Doğu ve Kafkasya’da yetimhane bakımına özellikle önem veriyordu.[10] Batılı kuruluşlar ayrıca İstanbul, İzmir ve Karadeniz bölgesinde transit geçiş yapan insanlara da insani yardım ulaştırmak için hazırdı.

Lozan Antlaşması ile Ege Denizi, Yunanistan ve Türkiye arasında bir sınır haline gelir. Bu sınırı yalnızca ulus-devlet terimleriyle ele almak, 1923’ün Ege Denizi’ni Avrupa’nın sınırı olarak tanımlamadaki önemini açıklayamıyor. “Ayrıştırma” fikrinden hareketle ortaya çıkan Türk-Yunan nüfus mübadelesi istisnai bir ötekilik yönetimi politikasıdır. Ayrıştırmanın temelinde, (mekânsal) bir arada yaşamaları sorunlu hale getirilen insanların tarihsel olarak kategorize edilmesi ve (ırksal) hiyerarşiye tabi tutulması yatar. Lozan tarafından önerilen çözüm, Avrupalı olarak Yunanlıları “öteki”yi temsil eden Türklerden ayırmak için “ayırmacı biyopolitika” idi. Böylelikle, Ege Denizi Avrupa’nın sınırı ve Avrupa’ya yönelen göçmenlerin ilk varış ve kabul yeri haline geldi.[11]

“ANADOLU’DAN GELEN MÜLTECİLER” (1922).
KAYNAK: LIBRARY OF CONGRESS, LC-USZ62-139270.

Çarpıcı bir tarihsel paralellik, adeta AB’nin mülteciler için hapishane adası haline gelen Midilli’de yaşanmıştı. Midilli bir zamanlar yaklaşık 8.000 Müslümandan oluşan bir topluluğa ev sahipliği yapıyordu. Ancak Ekim 1923’te bu Müslümanlar sadece birkaç mil ötedeki Ayvalık’a gönderildi. “Karşılığında” 8.000 Rum Ortodoks Hıristiyan, Selanik’e yerleştirilmek üzere Karadeniz kıyısındaki Samsun’dan ayrılmıştı. Türk Kızılayı Ayvalık’ta bir sağlık merkezi ve dispanser kurarak yiyecek, giyecek, sağlık kontrolü, aşı ve gerekirse karantina gibi insani yardımlarda bulundu.[12]

Ege Denizi’nin, sadece Yunanistan’ın değil, Avrupa’nın coğrafi uç noktası olarak konumlandırılmasını en az bir asırlık bir tarihe dayanır. Yine aynı şekilde özellikle Batılı insani yardım faaliyetlerinin göçü yönetmek için bu özel alanda toplanmasının en az bir asırlık bir tarihi vardır. Ancak yüz yıl sonra bile, özneler değişmiş olsa da Ege, ötekilik yönetiminin, göç kontrolünün ve insaniyetperverliğin coğrafyası olmaya devam ediyor.

Belki de bunu en iyi açıklayan Midilli’de yaşayan bir Yunanlının 2015 yılında adaya gelen kitlelerle ilgili sözleri: “Ne yapabiliriz ki? Bu köy [zamanında] mülteciler tarafından inşa edildi. Bu yüzden onlara yardım ediyoruz. Başka bir şey yapmıyoruz.”[13] Lozan Antlaşması’nı anlamak, bu iç içe geçmiş tarihi ve günümüzün cılız kalmış anlatılarına yeni bir ışık tutabilmek adına büyük önem taşımaktadır. Bir disiplin olarak AB çalışmalarının kronik tarih dışılığına son vermek için sadece Lozan tecrübesini hatırlamamız bile ilk adımı atmak adına yeterli olacaktır. 

TLP’de yayınlanan blog ve podcastler Lozan ve mirası ile ilgili bilgiye dayalı tartışma amaçlı olup, yayınlarımızda yazarlarımız ve konuklarımız tarafından ortaya atılan fikir ve görüşler, TLP’nin, partnerlerimizin, koordinatörler ve katılımcılarımızın görüşlerini mutlaka yansıtmamaktadır.

ANA GÖRSEL: “Tent village in the shadows of the Temple of Theseus, Athens, where Greek refugees make their [sic] homes” (1922). Library of Congress Prints and Photographs Div., LC-USZ62-139254.

Notlar

[1] Frank Schimmelfennig, ‘Rebordering Europe: external boundaries and integration in the European Union’, Journal of European Public Policy 28.3 (2021): 311-330.

[2] William Walters, ‘Mapping Schengenland: Denaturalizing the Border’, Environment and Planning D: Society and Space 20.5 (2002), 573.

[3] Örneğin, Sandra Lavenex and Emek N. Uçarer, ‘The external dimension of Europeanization: The case of immigration policies’, Cooperation and Connflict 39.4 (2004), 417-443.

[4] Schimmelfennig, 447.

[5] Luiza Bialasiewicz and Enno Maessen, ‘Scaling rights: the “Turkey deal” and the divided geographies of European responsibility’, Patterns of Prejudice 52.2-3(2018), 212.

[6] Polly Pallister-Wilkins, ‘Hotspots and the geographies of humanitarianism’, Environment and Planning D: Society and Space 38.6 (2020): 991-1008; Martina Tazzioli, ‘Refugees’ Debit Cards, Subjectivities, and Data Circuits: Financial-Humanitarianism in the Greek Migration Laboratory’, International Political Sociology 13.4 (2019): 392–408.

[7] Bialasiewicz and Maessen, 212.

[8] Onur Yıldırım, Diplomacy and Displacement: Reconsidering the Turco-Greek Exchange of Populations, 1922-1934 (New York and London: Routledge, 2012).

[9] A.g.e.

[10] Davide Rodogno, “Beyond Relief: A Sketch of the Near East Relief’s Humanitarian Operations,” Monde(s) 2: 6 (2014): 45-64.

[11] Aslı Igsız, Humanitarianism in Ruins: Entangled Legacies of the Greek-Turkish Population Exchange (Stanford: Stanford University Press, 2018), 17.

[12] Fitnat Fatma Sönmez, ‘Lozan Antlaması Sonrası Midilli Adası’nda Mübadele’ (Basılmamış Yükseklisans Tezi, Istanbul Universitesi, 2019). http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/60849.pdf.

[13] Jeanne Carstensen, “Greece: The Ghosts of the Refugees Past” Foreign Policy, January 4 2016.

Subscribe to TLP