Danilo Sarenac yakın dönemdeki Belgrad-Priştine diyaloğunun Lozan’dan nasıl esinlendiğini anlatıyor.

Danilo Sarenac, Belgrad’ta the Institute for Contemporary History’de çalışıyor.

2008 yılında Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinin ardından yüzden fazla devlet Kosova’nın bağımsızlığını tanıdı. Buna rağmen Sırbistan; Rusya, Çin ve beş Avrupa Birliği (AB) üyesi devlet tarafından desteklenen ayrılıkçılık karşıtı politikasından taviz vermedi. Bu durum süresiz olarak devam edebilir gibi görünüyordu. Ancak hem Sırbistan’ın hem de Kosova’nın AB üyesi olma hedefleri göz önüne alındığında, bu soğuk savaş durumu çözüme kavuşturulmalıydı, zira komşularıyla bölgesel anlaşmazlıkları olan bir ülkenin AB’ye girmesi söz konusu dahi olamazdı. İkili ilişkilerin normalleştirilmesi AB’ye üyelik görüşmelerinin ilerlemesi için zorunlu bir adımdı.

            2013 yılında AB’nin arabuluculuğu sayesinde Kosova ve Sırbistan görüşmelerinde ilerleme kaydedildiği düşünülse de bir sonraki yıl müzakereler tekrar çıkmaza girdi. 2018 yazında neredeyse bir asır önceki olaylardan esinlenen yeni çözüm önerilerinin sunulduğu söylentileriyle bu ihtilaf kısa bir süreliğine kesintiye uğradı. Sırp ve Arnavut ana akım medyası, Sırp Başbakan Aleksandar Vucic ve Kosova Başbakanı Haşim Taçi’nin toprak değiş-tokuşu ve nüfus mübadelesi içeren bir potansiyel anlaşma gerçekleştirmek adına gizli görüşmeler gerçekleştirdiğini iddia ettiler.

            Bu haberlerin medyada yer almasından sonra iki başbakan da iddiaları yalanladı. Ancak daha sonrasında anlaşıldığı üzere taslak anlaşma Kosova’nın kuzeyinde bulunan ve daha çok Sırpların yaşadığı bölge ile Sırbistan topraklarında bulunan ve Arnavut nüfusun çoğunlukta olduğu üç belediyeyi içeren bir toprak ve/veya nüfus mübadelesini içeriyordu. Amerikan yönetimindeki yüksek rütbeli yetkililer bu cesur siyasi planı tasdik ettiklerine dair sinyal verdiler. Dönemin ABD başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton her iki tarafın anlaşması halinde Sırp-Kosova sınırındaki değişikliklere karşı olmadığını belirtti. 

            Bolton’ın bu açıklamaları kendisinin bir çok diğer konudaki olağandışı yaklaşımlarıyla aynı frekansta olsa da AB’nin de buna benzer sinyalleri birçok kesimi şok etti. Dönemin AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, tarafların anlaşmaya vardığı takdirde herhangi bir çözüm önerisinin uluslararası hukuka ve AB müktesebatına uygun olması şartıyla kendileri tarafından da destekleneceğini tasdik etti. Bu açıklama AB’nin dolaylı olarak da olsa sınır değişikliği ve etnik mübadeleyi desteklediği anlamına geliyordu. Hem ABD hem de AB tarafından yapılan bu açıklamalar pazarlıkların iki Balkan başbakanı tarafından değil de üçüncü bir parti tarafından başlatılmış olabileceğine dair iddiaların gündeme gelmesine yol açtı.

FEDERICA MOGHERINI

            Birçok analist ve siyaset bilimci de bu yeni bakış açısını açıkça destekledi. Cambridge Üniversitesi Centre for Geopolitics’te araştırmacı olan Timothy Less bu değiş-tokuşun “eninde sonunda” olacağını savundu. Bu görüşü savunanlar için bölgesel değiş-tokuş Sırp-Arnavut düşmanlığına uzun soluklu bir çözüm getirecek bir anahtardı, ya da en azından ilerleme sağlamak için tek yoldu. Sırbistan’da da birçok entelektüel, siyasetçi ve analist bu değiş-tokuşu iyi bir fikir olarak görüyorlardı. Bu kesimler Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki anlaşmaları hatırlatarak kamuoyu karşısında bu fikri normalleştirmek için ellerinden geleni yaptılar. Siyasi analist Dragomir Andjelkoviç 1919 sonrasında Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı ile Romanya ve Macaristan arasında yapılan anlaşmaları gündeme getirdi. Tarihçi ve Sırbistan’ın ABD eski büyükelçisi Milan Protiç ise bu görüşe katılarak değiş-tokuşun “iyi ve kalıcı bir çözüm” önerdiğini ifade ederek Lozan Antlaşmasını işaret etti ve “Yunanistan ile Türkiye’nin 2.5 milyon kişiyi mübadele ettiğini, Sırbistan-Kosova konusunda ise mübadele edilecek olan sadece 150 bin kişi olduğunu” hatırlattı. 

” Yunanistan ile Türkiye toplamda 2.5 milyon kişiyi mübadele etti, biz ise şu an toplam 150.000 Sırp ve Arnavuttan bahsediyoruz.”


Milan Protiç, tarihçi ve eski Sırbistan ABD Büyükelçisi

Fakat bunlara karşı, spektrumun öbür ucunda güçlü bir muhalefet ortaya çıktı. AB’nin Bosna-Hersek eski Yüksek Temsilcisi Miroslav Lajcak sesi gür çıkan muhaliflerden biriydi. Sınırların değiştirildiği ve nüfusun mübadele edildiği herhangi bir seçeneğin özellikle Bosna-Hersek için, ama aynı zamanda Makedonya için de bölgesel riskler taşıdığını vurguladı. Muhalifler ayrıca bu çözüm önerisinin AB’nin Balkanlar politikasının başarısızlığa uğradığı anlamına geleceğini ifade etti. Berlin’deki Democratization Policy Council üyesi olan Bodo Weber bu çözüm önerisinin, AB’nin kurucu değerlerini küçümsediğinin altını çizdi. Ona göre bu hesaplamalar yerel liderlerin AB’ye girme umutları azaldıkça AB’nin çok kültürlülük ve eşit haklar gibi  temel değerlerini terk etmeye hazır olduğunu gözler önüne seriyordu. Frankfurter Rundschau dergisinin Ağustos 2018 sayısında da belirttiği gibi bu görüşmelerin verdiği mesaj etnik homojenleştirme ve yerleştirmenin yarar sağlayacağıydı. 

HASHIM THAÇI, KOSOVA CUMHURBAŞKANI (2016-2020)

            2018’in sonbaharına doğru bölgesel takas gündemdeki yerini kaybetti. Avrupa Birliği, özellikle de Almanya Şansölyesi Angela Merkel sınırların değişmeyeceğini açıkça ifade etti. Bu açıklama çok kritik bir mesaj veriyordu. Buna rağmen ABD’nin Sırbistan-Kosova Barış Görüşmeleri Özel Başkanlık Temsilcisi Richard Grenell 2019-2021 arasında bu öneriyi yeniden canlandırmayı denedi. Fakat AB’nin destek vermemesi ve ABD’de Trump rejiminin sona ermesi ile bu takas modeli de suya düştü.  


Siyasetçiler, yüz yıl öncesinin eski nüfus mübadelesi modelini günümüzün karmaşık problemlerine kolay bir çözüm yolu olarak dört elle sarılmaya hazırdılar.

Bununla beraber yakın zamanda yaşanan bu olay, günümüz siyasetçilerin her ne kadar üzerinden yüz yıl geçmiş olsa da eski modelleri bugünün oldukça karmaşık problemlerini çözmek için ‘kolay bir çıkış yolu’ olarak kullanmaya hazır olduklarını açıkça gözler önüne serdi. Ayrıca yerel elitlerin olası bir toprak değişimi veya nüfus mübadelesinden etkilenecek olan kişilerin ihtiyaç ve haklarına karşı ne kadar duyarsız olabilecekleri de ortaya çıktı. Burada daha endişe verici olan ise bu tarz düşüncelerin ne kadar hızlı destek topladığı ve anlayışla karşılandığı gerçeğiydi. 

TLP’yi takip edin